Bitkilerden Öyküler

Uzun bir süre yine sayfadan tam anlamıyla yok olmam üzerine tekrar dönüş yapmış bulunmaktayım . Koronanın ilk patlak verdiği ilk sokağa çıkma yasaklarının geldiği zaman bir tütüncü dükkanının kenarında , tütüncü amcanın cuma namazından dönmesini beklerken bulmuştum bu konuyu , garip bir şekilde kampüsümün yanında ki pastanede çay içerken yine belirdi aklımda , konu hem tatlı hem de benim için özel bir anlam taşıdığı için sahneye dönüşü bu konuyla yapayım . Lafımızı çok da uzatmadan dinleyelim bakalım  bitkilerin bize anlatacağı hikayeleri . 


Defne ( Daphne ) 

Ovid'in Metamorfozlarındaki (I.438-567) Apollo ve Daphne'nin hikayesi, Apollon insanlığı korkutan büyük yılan Python'u öldürdükten hemen sonra gerçekleşti . Ovid'in Phoebus adını verdiği Apollo , Python'u 1.000 okla deldi ve yılanın adını taşıyan kutsal Pythian Oyunlarını kurdu. Pythia adlı ünlü kehanete ev sahipliği yapan Delphi tapınağı, Python'un cesedinin üzerine inşa edilmiştir.


Böylesine güçlü bir düşmana karşı kazandığı zaferden sonra Apollon kibirle doluydu. Aynı zamanda ünlü bir okçu olan aşk tanrısı Eros'u , sıkça Cupid olarak da bilinen , Apollon onunla alay etmeye başlar:

"Küstah çocuk, bir adamın silahlarıyla ne yapıyorsun?"

Aşk tanrısı genellikle Apollo'nun yorumlarında  kanatlı bir çocuk olarak tasvir edildi. Apollo, Cupid'in ünlü bir okçu olarak ün kazanarak şanını çaldığını düşündü . Python'u yendikten sonra, sadece kendisinin bir yay ve bir ok kılıfı tutmaya layık olduğuna inanıyordu:

"Kesinlikle vahşi hayvanlara vurabilir ve düşmanlarımı yaralayabilirim ve kısa bir süre önce vebalı göbeğiyle birçok dönümü kaplayan şişmiş Python'u sayısız okla yok edebilirim. Yakıcı damganla aşkın gizli ateşlerini karıştırmaya kararlı olmalısın, zaferlerime hak iddia etmeye değil!”

 Aşk tanrısı tasasızca cevapladı:

"Başka her şeye vurabilirsin Phoebus, ama benim yayınım sana çarpacak: tüm canlı yaratıklar tanrılardan ne kadar aşağıysa, o derece senin ihtişamın benimkinden daha azdır."

Cupid'in yaptığı bir sonraki şey, Apollon'un geleceğini görmediği bir şeydi. Aşk tanrısı kanatlarını okşadı ve müzik tanrısının hemen yanında uçtu. Daha sonra “keskin bir parıldayan altın ok” ile göğsünden vurdu. Bu ok Apollo'yu öldürmedi veya yaralamadı . Gerçek yaralanma bedensel değildi, duygusaldı ama Apollo bunu yakında öğrenecekti.

İkinci bir okla, "şaftının altında kurşun olan küt bir ok" ile Cupid , aynı zamanda tanrıça Artemis'in bakire avcısı olan bir peri olan Daphne'yi vurdu . Daphne çok güzeldi ve birçok erkek ondan yardım istemeye gelirdi . Ancak kendini avlanmaya ve iffet ve bekaret talep eden tanrıça Artemis'in yasalarına uymaya adamıştı. Ovid, babası nehir tanrısı Peneus'un hayatıyla aynı fikirde olmadığını ve ondan yerleşmesini ve ona torun vermesini istediğini yazar:

Peneus, “Yüreğimin çocuğu, torun almak benim hakkım” dedi.

“Sevgili baba, sonsuza kadar bakire kalmama izin ver! Diana'nın babası ona verdi”, diye yanıtladı Daphne her zaman.

Cupid'in oklarına geri dönersek, ikisinin de özel yetenekleri vardı. Apollon'a çarpan, bir aşk ve yoğun tutku okuydu. Okun çarptığı an, Apollo, Daphne'nin vahşi doğada avlandığını gördü ve tutkusuna hakim olamayarak onun peşinden gitti. Ancak Daphne'ye isabet eden ok, perinin kalbini, karşısına çıkan tanrıya karşı tiksintiyle dolduran bir oktu.

Cupid'in intikamı acımasızdı. Apollo, ondan varlığının her parçasıyla nefret eden bir kadına delicesine aşıktı.

Apollon'un Daphne'ye olan sevgisi o kadar güçlüydü ki, kehanet tanrısı geleceğini tahmin edemedi ama yine de duyguları kontrol edilemezdi. Şimdi olduğundan daha güzel ve erdemli gördüğü periye yaklaştı. Onu tekrar tekrar övmeye başladı. Ama Daphne onun varlığına bile dayanamadı. Apollon düzgün bir yanıt alamadan Daphne kaçmıştı.

 "Bekle peri, Peneus'un kızı, sana yalvarırım!" diye bağırdı Apollon ama Daphne arkasına bakmadı bile.

Tanrı, Daphne'ye durması için yalvarıp duruyordu. Ona tehdit oluşturmadığını ve niyetinin iyi olduğunu açıklamaya çalıştı:

"Seni kovalayan ben,  senin düşmanın değilim. Peri, bekle! Bir koyun kurttan, bir geyik dağ aslanından böyle kaçar, […] ama beni seni takip etmeye iten şey aşktır! Ah zavallı ben!"

Apollo gitgide paranoyaklaşırken kovalamaca devam etti. Daphne'nin düşüp yaralanmasından korkuyordu. Onu durdurmak için umutsuz bir girişimde, ona kim olduğunu açıklamaya başladı. Ayrıca o güzellik, kehanet, tıp ve müzik tanrısıydı, hiçbir kadın ona karşı koyamaz:

“Kızım, kimden kaçtığını bilemezsin, anlayamazsın ve böylece kaçarsın. Delphi'nin toprakları benimdir, Claros ve Tenedos ve Patara beni kabul ediyor kral. Jüpiter (Zeus) benim babamdır. Benim aracılığımla olan, olan ve olacak olan açığa çıkar. Benim aracılığımla, dizeler şarkıya uyum içinde geliyor. Amacım kesin, ama benimkinden daha doğru bir ok özgür kalbimi yaraladı! Bütün dünya bana yardım getiren kişi diyor; tıp benim buluşum; benim gücüm bitkilerde. Ama aşk hiçbir bitki tarafından iyileştirilemez, başkalarını iyileştiren sanatlar da efendilerini iyileştiremez!"

Apollo, Daphne'yi yakalamaya odaklandı. Su perisi onun yakalanmaya daha da yaklaştığını görürken o koşup duruyordu. Bazen Apollo neredeyse onu yakalayabilirdi ama son saniyede ondan kurtuldu. Ancak Daphne'nin er ya da geç yakalanacağı belli oluyordu. Dakikalar geçtikçe Daphne bitkin düşüyordu. Ve sonunda, Apollo onu yakaladı:

"Böylece bakire ve tanrı: O arzuyla, kadın korkuyla hareket etti. Daha hızlı koştu, Amor ona kanatlar verdi ve dinlenmesine izin vermedi, kaçan omuzlarına asıldı, boynunda uçuşan saçlarına nefes aldı. Gücü gitmişti, solgunlaştı, hızlı uçuşunun çabası altında ezildi.

 Tam o sırada Daphne babasının ırmağı Peneus'un sularını gördü ve haykırdı:

"Bana yardım et baba! Akarsuların ilahi güçlere sahipsen beni değiştir, çok hoşa giden bu güzelliğimi yok et!”

Peneus, şimdi sıkıca Apollon'un elinde olan kızına yardım etti. Daphne bir ağaca dönüşmeye başladı. Saçları yaprak, kolları dal, bacakları kök oldu. Apollo onun yüzüne bakamadan gitmişti. Daphne'nin durduğu yerde duran tek şey güzel bir defne ağacıydı (Yunanca'da kelimenin tam anlamıyla bir defne ağacı).

 Daphne'nin dönüşümünden sonra bile Apollon'un sevgisi bitmedi . Tanrı ağacın yapraklarını eline aldı ve ağacın odununu öptü. Sonra fısıldadı:

“Madem benim gelinim olamazsın, benim ağacım olmalısın! Laurel, seninle saçlarım çelenk olacak, seninle lirim, seninle sadağım. Neşeli sesler zaferlerini alkışladığında ve Capitol onların uzun geçit törenlerine tanık olduğunda, Romalı generallerle birlikte gideceksiniz. Sadık bir koruyucu olan Augustus'un kapı sövelerinin dışında duracak ve aralarındaki meşe taç üzerinde nöbet tutacaksınız. Nasıl ki benim başım kesilmemiş saçlarıyla hep genç kalıyorsa, sen de ölmeyen yaprakların güzelliğini giyeceksin.”

Ve gerçekten o zamandan beri, defne Apollon'un kutsal ağacı oldu. Delphi'de kahin, kehanete çevirdiği ilahi bilgeliği almadan önce defne yapraklarını çiğnerdi. Antik çağda Olimpiyatlardan sonra ikinci en önemli Oyun olan Pythian Oyunları'nın ödülü de bir defne tacıydı.  


Günebakan (  Ayçiçeği ) 

Çoğu dilde “güneş çiçeği” olarak bilinen ayçiçekleri ya da diğer ismiyle “günebakan” aslında tam olarak isimlerini yansıtan bir yaradılış hikayesine sahip.

Efsaneye göre; ölümlüler arasında pek çok güzel genç kız vardı. Bu genç kızlar sabahları nehir kenarına iner, sularla oynar, şarkılar söyler ve yakışıklı Tanrı Apollon’un ilgisini çekmeye çalışırlardı. Sanatın, müziğin ve güneşin tanrısı Apollon, her sabah atlarının çektiği arabasıyla gökyüzünde süzülür; genç kızlar göğe bakarak iç geçirir ve Apollon’un kendilerine aşık olması için dua ederlerdi. Çapkınlığıyla ünlü olan Apollon, genelde bu duaları geri çevirmez güzel kızlarla aşk yaşardı. Ancak günün birinde aşkına karşılık bulamayan, günden güne eriyip solan bir genç kız, yeni bir efsanenin doğuşuna sebep olacaktı.

Pers Kralı Orchamus‘un, Clytie ve Leucothoe adlı güzeller güzeli iki kızı vardı. Bu kardeşlerden Clytie, güneş tanrısı Apollon’a taparcasına aşıktı. Her gün şafak doğmadan uyanır ve son gün ışığı dağların ardında kaybolana kadar Apollon’u izlerdi. Fakat Apollon, Clytie’nin bu ilgisini hiç göremedi, karşılık veremedi çünkü Clytie’nin kız kardeşi Leucothoe’ye aşıktı. Günlerden bir gün Apollon, Leucothoe’ye ulaşmak için bir plan yaptı ve kızların annesinin kılığına girerek Leucothoe’yle baş başa kalmanın bir yolunu buldu. Leucothoe, kendisiyle baş başa kaldıktan sonra yavaş yavaş kendi haline dönüşen Apollon karşısında başlarda ürkse de Apollon’un göz kamaştırıcılığına karşı koyamamış ve tüm benliğiyle kendini Apollon’un aşkına teslim etmişti. Taparcasına aşık olduğu Apollon ve kız kardeşi arasındaki bu aşkı kaldıramayan Clytie, inanılmaz bir kıskançlık krizine girmiş ve kız kardeşini babasına şikayet etmişti. Orchamus, olanları öğrenmesiyle beraber çok öfkelenmiş ve Leucothoe’nın diri diri toprağa gömülmesi için emir vermişti.

Sevgilisinin birden bire yok olmasıyla sarsılan Apollon, ümitsiz bir acıyla Leucothoe’yı aramış ve onun cansız bedenini topraktan çıkarıp Sığla Ağacı’na dönüştürdükten sonra artık göklerde görünmemeye başlamıştı. Aşkı, ruhunu ve bedenini iyice ele geçiren Clytie ise çılgınlar gibi gökyüzünde Apollon’u arıyor, göklerde ufacık bir umut ışığı belirse sürekli ışığı takip ediyor; hiçbir şey yiyip içmiyordu. Belki Apollon’u görürüm umuduyla oturduğu nehir kenarından hiç kalkmıyordu. Ancak Apollon, Clytie’yi görmüyor, ilgilenmiyor, ağlayarak ettiği duaları duymamazlıktan geliyordu. Dokuz günün sonunda Clytie’nin bu durumuna acıyan Zeus, Clytie’nin gövdesini solgun, zayıf bir ota, başını ise tıpkı saçları gibi altın sarısı bir çiçeğe dönüştürmüş ve Apollon’u görebilsin diye başını devamlı güneşe çevirmişti. İşte bu yüzden çoğu dile güneş çiçeği olarak yerleşmişti bu umutsuz aşkın çiçeği.













Yorumlar

Popüler Yayınlar