Paskalya , Nevruz Ve Ostara Üçlemesi Üzerine

 Ülkemizde ne kadar artık gerçek bir şekilde bahar yaşanmasa bile her hangi dolaylı bir yoldan dünyanın bambaşka yerlerinde bambaşka adlarla geçmişten bugüne sürekli bir şekilde doğanın uyanması , toprağın yeşermesi , yoğun geçen kışların ardından iç ısıtan güneşin doğuşu her daim kutlanmıştır . Anadolu kültüründe bu karşımıza Nevruz olarak çıkar , Neo-Paganistik bir kültürler çatısından bakacak olursak Ostara , Hristiyan inançlı kültürlerden taraf bakacak olursak karşımıza Paskalya ( Easter) olarak çıkacaktır . Şu sesleri duyar gibiyim " Paskalya Hristiyan dininin dinsel bayramı değil mi burada ne işi var , konuyla ne alakası var ?" aslında tam olarak yazım amacımız bu . O zaman bu üçlemenin gizli içsel bağlarına çok küçük bir ışık tutalım daha sonra her bir alt başlığı detaylıca inceleyelim . 


Öncelikle şuradan başlayalım bu üç bayramın kesişim noktası aslında Pagan din ailelerince hala süregelen bir şekilde kutlanan Ostara bayramıdır . Özelikle paskalya bayramının bazı dekoratif süsleri hristiyanların eski dini öğretisi olan Pagan hareketlerinden kalmadır . Pagan toprakların giderek hristiyanlaşmasıyla birlikte , yeni dinlerinde ki dinsel ögeleriyle eski dinlerinin ana hatlarını karıştırmasından hristiyanlığın şuanda biçimlenen birkaç bayramı ortaya çıkmıştır . Burada aslında anlatmaya çalıştığım aslında pagan dinleri diğer dinlerden  üstündür  gibi gereksiz ve saçma  bir yorum yapmak değildir , asıl konu insanın eski kültüründen olan şeyleri değiştirerek de olsa unutmaması ve her daim yanında taşımasıdır . Bu konunun nevruz ile olan alakası ise Türklerin eski inancı olan "Tengricilik" diniden kalan  naçizane bir bahar bayramıdır diyebiliriz . Bu nokta da Doğa tabanlı ve pagan inancı sıfatlarından bir çoğunu da özünde taşıyan bir din de olduğu için Tengriciliğe de paganizmin Türk kültürünce yontulmuş hali diyebiliriz. Değişmeyen tek şey doğa ve onun sıfatları . 
Şimdi küçük küçük Paskalya Bayramının anlamına kutlanma amacına , nasıl kutlandığına bakalım , inceleyelim ve aslında birbirinden "farklı" dediğimiz bir çok geleneğin özünde ne kadarda aynı olduğunu görelim . ( Buradan sonra aktif linklerin de yer alacağı alıntılar olacaktır ) 


Paskalya Bayramı ( Easter ) Nedir ? 

 Hristiyanlıktaki en eski[1] ve en önemli[1][2] bayram. İsa'nın çarmıha gerildikten sonra 3. günde[2] dirilişi kutlanır.[1] Doğu ve Batı kiliseleri arasında farklılıklar olmakla beraber, Paskalya dönemi yaklaşık olarak mart sonundan nisan sonuna kadar olan dönemdir. Her sene sabit bir tarihte gerçekleşmeyen ve dünya kiliselerinin çoğunda pazar günü kutlanan Paskalya Günü ise, Kıyam YortusuDiriliş Pazarı ya da Diriliş Günü olarak da adlandırılır. İsa MS 29–33 yılları arasında çarmıha gerildi.[5] Paskalya bayramına dair en eski kayıtlar 2. yüzyıla aittir, bununla birlikte İsa'nın dirilişinin anılması muhtemelen daha eski tarihlere dayanır.[2]

İsa'nın dirildiği günü belirleme hususu, 8. yüzyıla kadar Doğu ve Batı kiliseleri arasında başlıca tartışma konularından biri oldu. Anadolu'daki Hristiyanlar İsa'nın çarmıha gerildiği günü, Yahudilerin Pesah (Hamursuz Bayramı) olarak kutladığı, baharın ilk dolunayından sonraki 14. gün (Yahudi Takvimi'ne göre 14 Nisan) olarak belirlediler. Diriliş gününü de –haftanın hangi gününe geldiğine bakılmaksızın– bundan üç gün sonrası, yani 17 Nisan olarak belirlediler.[2] Ancak Yahudi Takvimi'nde de adı Nisan olan bu ay, günümüzde kullandığımız Gregoryen Takvimi'ndeki Nisan ayı ile örtüşmemektedir. Modern Mart ve Nisan aylarının bir kısmını[6] kapsamaktadır. Batı Kiliseleri'nde ise İsa'nın bir Pazar günü dirildiğine inanıldığı için, Yahudi 14 Nisan'ından sonraki ilk Pazar günü "Diriliş Günü" kabul edildi. Zamanla diğer kiliseler de bu geleneğe uydu ve kutlamalar Pazar günü yapılmaya başlandı. Günümüzde Quartodesiman (14ncü güncü) denen ve Diriliş gününü haftanın hangi gününe geldiğine bakmaksızın kutlayan kiliselerin sayısı oldukça azdır.[2]

325 yılındaki İznik Konsili'nde, Paskalya'nın bahar ekinoksundan (21 Mart) sonraki ilk dolunayın ardından gelen Pazar günü kutlanması kararı alındı. Bu nedenle Paskalya, Gregoryen Takvimi'ne göre 22 Mart ile 25 Nisan arasındaki Pazar günlerinden birine denk gelir. Doğu Ortodoks Kiliseleri, Jülyen Takvimi'ni temel aldıkları için kutlamalar genellikle Protestan ve Katolik kiliselerinden sonra gerçekleşir. Ayrıca yine Ortodoks kiliselerinde Paskalya'nın Yahudi Pesah Bayramı ile aynı güne denk 'gelmemesine' dikkat edilir.[2]

20. yüzyılda Paskalya bayramı için sabit bir tarih belirleme çalışmaları yapıldı. Özellikle Nisan ayının ikinci pazarı üzerinde durulduysa da uygulamaya geçilemedi.[2] " 

Kısa da olsa paskalyanın ne olduğunu inceledik sanırım . Özellikle günümüzde paskalya bayramı denilince süsleme olarak aklımızda direkt olarak renk renk boyanmış yumurtalar , tavşan figürleri , bahar çiçekleri gibi süslemeler gelir . İşte konu tam da bu noktada Hristiyanların eski kültürleri / inanç şekilleri olan Paganizm'e ve  Pagan bayram taslağından ya da daha modern adıyla Yıl Çarkından bahar ekinoksunun bayramı olan Ostara'ya çıkıyor konu . Bu aklımıza kazınmış iki figür tamamen Ostara adı verilen bayramın süslemeleridir . Genel olarak Ostara'da  doğanın yeniden doğuşunu , baharın gelişini , bir çok hayvanın üremeye başlamasını ve tanrı ve tanrıçanın anne ve baba olmaya hazırlanıp bolluk ve bereket getireceği kutlanır ve aynı zamanda tavşanlar çok hızlı ve fazla üreyebildikleri için ostara aynı zamanda bereketin geldiğini geleceğini vurgular çünkü artık toprak işlenmeye ve ekilmeye yavaş yavaş hazırlanıyordur ve kış aylarında kuruyan ağaçlar çiçek ve meyve vermek için tomurcuklanıyordur.  

Ostara Nedir? ( Gnoxis)


"21 Mart Bahar ekinoksu, Pagan geleneklerinde önemli bayramlardan biridir. Paganizmde genel olarak "Ostara" diye bilinen bu bayram, gece ve gündüzün eşit olması sebebiyle, dengelenme zamanı olarak bilinir. Ayrıca artık toprak kendine gelir ve ekim işlemi için uygundur. Bu yüzden bereket, bolluk ve toprağın eski gücünü yeniden kazanması anlamına gelir. Kıştan kalan endişe, korku ve benzeri tüm duygular geride bırakılır ve bu günde umutla geleceğe istenilen tohumlar ekilir.

Ostara kelimesi Germen Tanrıçası Eostre (Ostara)’dan gelmektedir. Kelime anlamı "parlayan" demektir . Bahar ve bereket tanrıçası olan Eostre’nin en önemli iki sembolü tavşan ve yumurtadır. Bu iki ögenin Ostara'da ön planda olduğunu görürüz. Yumurta, kadim zamanlardan beri bereketi temsil ettiği gibi tavşan da hızlı üreyen bir canlı olarak bolluğu temsil eder. Bu yüzden Tanrıça’nın bu iki kutsal sembolünü sık sık duyarız ve buna bağlı olarak “yumurta boyama” geleneği uygularız. Ostara’nın sonra Hristiyanlığa diriliş bayramı olan “Paskalya” olarak geçtiğini ama tüm pagan ögelerin kaldığını görüyoruz.

 Ostara'da artık toprak yeşillenmeye başlar, kuşlar göç eder ve yaşam ortaya çıkar. Muhteşem bir başlangıç, dengelenme dönemi yaşanır. Ağaçlar tomurcuklanır, hayvanlar doğum yapar veya çiftleşir ve tarlalar ekime hazır hale gelir. İşte bu yüzden bereket bolluk ve denge günüdür Ostara.

 Her 21 Mart'ta Persephon'nun dünyaya geri dönüşü ve böylelikle baharın gelmesi Yunan mitlerinde gördüğümüz etkilerden biridir. Keltlerde bayrama "Alban Eiler" ismi verilir. Bu kelime anlamı olarak "toprağın ışığı"dır."


Yabancısı olduğumuz gelenekleri de tanıdıktan sonra sıra geldi bu doğa bazlı bayramın bizim kültürümüzde şekillenmiş haline . 


Nevruz Nedir ? ( Alıntı Dergi Park)



Türk milleti İslamiyet öncesinde bu bayramı “Yeni gün”, “Bahar bayramı”, “Ergenekon bayramı” gibi isimlerle anıyordu. Daha sonraki yüzyıllarda Farsça bir kelime olan “Nevruz” kelimesini bu bayramın adı olarak kullanmaya başlamışlardır. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da isim değişikliği çok da yadırganacak bir durum değildir. Mesela Türkler XIII. yüzyıla kadar Peygamber kelimesinin yerine Yalvaç kelimesi kullanmışlardır. Ahmet Yesevi bir nât’ın başlığını şöyle yazmıştır: “Yalvaç  ögdisin ayur”. Daha sonra Türkler, Arapça Resul-Nebi kelimelerini ve Farsça Peygamber kelimesini almışlardır. Ne yazık ki bazıları yanlış bilgilerden yola çıkarak Nevruz’un Türklere Farslardan geldiğini ileri sürmektedir. Hâlbuki Adriyatik’ten Çin seddine kadar kapsayan birçok ülkenin kaynaklarında görebiliriz ki Nevruz Türklerden alınmıştır. Türkler kullandıkları 12 hayvanlı takvimin başlangıcını da 21 Mart olarak almıştır. Türkler bu takvimi hicri takvimine kadar kullanmışlarıdır. Çok yaygın olarak kullanılan bu takvim günümüzde Türk topluluklarından bazılarında hâlâ kullanılmaktadır. En eski Türk bayramı olan Nevruz, Doğu geleneklerinin devamı olarak yaşamıştır. Çin kaynaklarına dayanarak Hunların milattan yüzlerce yıl önceleri 21 Mart’ta bahar şenlikleri yaptıklarını, bugün Nevruz kutlamalarındaki geleneklerin o zamanda da yer aldığı bilinmektedir. Aynı gelenekler, Hunlardan sonra Uygurlarda da görülmüştür.



Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa’ya yürümesiyle Macaristan’a ve Balkanlar’a ulaşmış, 800’lü yıllardan itibaren Hazar’ın güneyinden Anadolu’ya ve Mezopotamya denilen bölgeye taşınarak daha geniş bir coğrafyaya yerleşmiştir. İslamiyet’i kabul etmiş olan Türk topluluklarında bu törenler, dinî öğreti ile çatışmamak için, sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi âdetlerden biri olarak devam edegelmiş, “yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma, uyanma, dirilme” gibi nitelikleriyle günümüze bütün bir Türk dünyasının ortak kültür mirası olarak intikal etmeyi başarmıştır. En eski Türk âdetlerinden, bayramlarından biri olduğu bilinen Nevruz, kültürel iletişimin bir gereği ve sonucu olarak çeşitli kültür çevrelerinde farklı anlamlara gelmekte, farklı isimlerle anılmakta ve kutlanmaktadır. 2 Toprağın kış mevsiminde yattığı ölüm uykusundan kalkması, ilkyaz ile yeniden dirilişi, Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon’da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da “Ergenekon Bayramı”dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları arasında canlılığını korumakta, aynı zamanda milletin destanların gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendirmektedir. Ergenekon da böyle bir gelenektir. Ebulgazi Bahadır Han’ın Şecere-i Türkî’sinde naklettiği Ergenekon menkıbesi eski Çin kaynaklarının verdiği tarihî olayların bir yankısıdır.3 Ergenekon destanı, çoğu kaynaklara göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir. Hatta, Çian Ken’in M.Ö. 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği bilinmektedir.

III. Selçuklu ve Osmanlı’da Nevruz 

Selçuklularda Nevruz bayramının eğlencelerle kutlandığı, şenlikler yapıldığı, özel yemekler pişirildiği, özel hediyeler alınıp verildiği bilinmektedir. Selçuklularda yılbaşı, güneşin Koç burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiştir. Osmanlı devrinde de Nevruz, çok canlı biçimde kutlanılmıştır. Çeşitli kaynaklarda Osmanlı padişahlarının Nevruz tebriklerini kabul ettiklerini, halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna ortak olduklarını kaydetmekte ve padişahın katıldığı bu törenlere Nevruz-ı Sultânî isminin verildiği belirtilmektedir.5 Saray hekimbaşıları tarafından hazırlanan ve “nevruziye” denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunların başta padişah ve ailesi olmak üzere bütün saraya ikram edildiği de çeşitli kaynaklarda anlatılmaktadır. Hatta, Nevruz kutlamalarının yapılmasının dinî açıdan sakınca taşımadığı yönünde fetvalar da mevcuttur. " 

Velev ki araştırma bölümümüzü şuan tamamlamış bulunmaktayız her yazımda dediğim gibi profesyonel bir araştırmacı olmadığımdan mütevellittir ki kısa da olsa yeni bir şeyler öğrenmiş oldum ve bunu yaparken eğlediğim için bu güzel konuyu buraya ekleme gereği duydum çünkü başta birbirinden farklıymış gibi  gözüken üç konu , doğa gibi kutsal bir nimet tarafından nasıl görünmez ipliklerle birbirine bağlandı ve aslında hepsi ne kadarda birbiriyle aynı olduğunu hep birlikte incelemiş ve  belki yeni terimler öğrenmiş olduk   ve tarih içinde doğayla  ne kadar dost olunduğunu her bir evresinin kültürü , geleneği ,  dini ne olursa olsun şenliklerle nasıl  kutlandığını görmüş olduk aynı zamanda insan dediğimiz garip oluşumun yeni diniyle eski dini öğretisini ne kadar güzel bir şekilde harmanladığına tanık olduk . Dilerim ki doğanın güzelliklerini göreceğimiz gözlerimiz hiç kapanmaz ve kendi içinde binlerce sırrı , düzeni taşıyan doğaya her daim dostça ondan yaratılan ve sanki onun çocuğuymuşuzcasına davranırız . Değerli vaktinizi ayırıp okuduğunuz için içten dileklerimle teşekkürlerimi sunarım. 


Yorumlar

Popüler Yayınlar